KAR BEREKETTİR
Kar sevilirdi eskiden. O beyazlığı, saflığı, temizliği, yaramazlık yapan bir çocuğun tebessümü gibi biraz da kendini affettirircesine yağınca her şeyi unuturdu insan...
Hava bir türlü soğumadı, nerede yağmur, nerede kar derken, alın size iyi bir soğuk, iyi bir kar... Kim ne derse desin, bizim nesil şiddetli kışlara, adam boyu yağan karlara, ev saçaklarında insanı korkutan buz sarkıtlarına, göz gözü görmeyen tipilere yetişmiştir.
Vaktiyle İstanbul’da Haliç, hatta Boğaz donarmış. Evliya Çelebi bir damdan ötekine atlarken kedilerin bile donduğunu anlatıyor. Mecidiyeköy’e, Levent’e kurtların indiği çok uzak bir zaman değildir.
Şahsiyeti bir yana, romantik şiirleri ve vecizeleri ile tanınan Cenab Şahâbeddin’in “Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş/Eşini gaybeyleyen bir kuş gibi kar” diye başlayan Elhân-ı Şitâ [Kış Nağmeleri] şiiri pek hoştur. O birbirine benzemeyen kar tanelerinin meleklerin kanatlarında ağır ağır yeryüzüne inişini pencereden seyredip de bu beyti hatırlamamak ne mümkün!
Hüseyn Suad da Leyle-i Şitâ [Kış Gecesi] şiirinde “Bir gece hatırında mı, karlar/Bembeyaz etmişti kühsârı... Parladıkça o karlar üstünde/Lem’a-ı saf ile meh-i sermâ” beyitleriyle kar üzerinde parlayan ayı anar.
GÜLME KOMŞUNA!
“Kar berekettir” derler. Çiftçi, iyi bir mahsul almak için tarlaların karla kapandığını bekler. Akıllı şehirliler, yazın susuzluk çekmemek için barajları dolduracak kar umarlar. Çocuklar, kartopu oynayıp kardan adam yapmak için karın yolunu gözlerler. Mamafih çocukken ne zaman kar ümidine kapılsak, büyükler bunu egoistçe bulur, “fakir fukarayı düşünmüyor musunuz” deyip ters ters bakardı. “Kibritçi Kız” hikâyesi bana çok tesir etmişti de, kar yağınca aklıma gelir, hüzünlenirdim hep.
Sabah kalktığında, her yeri ev boyu karla kaplı görmek ne heyecandır! Dışarı çıkmak mümkün değildir. Ele kürek alıp karı küremek lâzımdır. Böyle açılan yolun iki tarafındaki karın aylarca kaldığı olur. Sadece yolu değil, çıkıp çatı da kürenecektir. Yoksa maazallah evi çökertir. Kış uzun sürerdi eskiden, kar günlerce, aylarca kalkmazdı. Sokaklar buz tutar, yürümek zorlaşırdı. Pabuç üzerine lastik giyilir; bir de kaymamak için bez bağlanırdı. Zaten kışın mecbur olmadıkça dışarıya çıkılmazdı. Beyaz esaret başlardı. Kış geceleri eğlenceli olurdu. Erkekler selâmlıkta, kadınlar haremde toplanıp sohbet eder, oyun oynardı. Mısır patlatılır, kestane közlenir, kahveler içilirdi.
MASUM YARAMAZ
Bazen güneş çıkar veya yağmur yağar, karları eritirdi. Çocuklar üzülürdü bu işe. Bazen ayaz sebebiyle güneş bile sözünü geçiremez; hele yağmurun ardına ayaz, karları iyice dondururdu. Cam gibi buz olurdu. Artık düşen düşenedir. Düşene gülünür, sonra vicdan azabı duyulurdu. Korkardı insan, “gülme komşuna” hesabı.
Çocuklar buzdan da memnundur. Zira kızak kayılacaktır. Yokuşun başından aşağıya, şimdi adrenalin diyorlar. Kızak yok ise tahta parçaları ne güne duruyor. Çocuğa eğlence mi yok. Her istediği temin edilmiş şimdiki çocuklar dönüp de bakmazlar.
Kar sevilirdi eskiden. O beyazlığı, saflığı, temizliği, yaramazlık yapan bir çocuğun tebessümü gibi biraz da kendini affettirircesine yağınca her şeyi unuturdu insan. Kimse kar yağınca fırınlara koşup, ekmek almazdı. Çünkü ekmek evde pişerdi. Günlerce evden çıkılmasa, kilerde yetecek erzak olurdu. Kar değildi milletin şikâyet ettiği. Karlar erimeye başlayınca, Mart’ta, Nisan’da, ortalık çamur, balçık olurdu. İşte en kötü zaman buydu. Yürümek, buzdan da zor olurdu.
TAHTI KAYDIRAN KAR
Kar yağışının hüsrana uğrattığı kişiler de var elbette. “Yağmayın yollarıma, durun kar taneleri” diyen şair, sevdiğine kavuşmaya mâni olan kara sitem eder. “Her yerde kar var, kalbim senin bu gece” mısraı uzaktaki sevgiliye bir mesajdır. Nazım Hikmet’in de “Kar kesti yolu, sen yoktun” diye başlayan bir aşk şiiri vardır. Kar, bu tatlı, latif tabiat hâdisesi, icabında sert olup, insanlara çok sıkıntılar da yaşatabilir. Kışı uzun süren yerlerde eskiden kar sebebiyle aylarca yolu açılamayan köyler, şehirler vardı. Van’ın Bahçesaray (Müküs) kasabası rekorlarıyla tanınırdı.
Cevat Fehmi’nin “Buzlar Çözülmeden” diye bir piyesi vardı; filme de alınmıştı. Kaymakam, kar sebebiyle tayin edildiği yere varamaz. Bu arada kasabaya gelen bir deli kendini kaymakam diye tanıtır. Kar, nelere kâdir! Kışın nakliye kızaklarla temin edilirdi. Kuzey memleketlerinde köpeklerin çektiği kızakları, bizde başka zaman araba çeken atlar çekerdi. Tipide, ayazda, açıkta seyahat! Dizlerin üzerinde kürk veya battaniye varsa bir derece tahammül edilir.
Kar yüzünden nice kumandanlar savaş kaybetti; nice hükümdarlar tahtından oldu. 1812’de koca Napolyon ordusunu, 1943’de de Hitler’i Ruslar değil, kar yendi. İki padişah tahtını kar yüzünden kaybetti. Sultan Genç Osman zamanında şiddetli soğuklar oldu. Boğaz dondu. Şair “Bin otuzda derya dondu, bendeniz geçtim” diye tarih düşürmüştür. Rumeli’den İstanbul’a iaşe getiren gemiler limana yanaşamadı. Pahalılık, ardından kıtlık, padişaha tahtını ve hayatını kaybettirdi. Benzeri soğuklar kardeşi Sultan İbrahim zamanında da oldu. Bu padişah da tahtını ve hayatını kaybetti. Eski insanlar, başa gelen afetlerden birisini mesul tutardı. Avrupalılar, veba salgınının Yahudilerin suçu olduğuna inandığı gibi; bizde de soğukları, padişahtan bildiler.
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci